"Title" "Başlık" manasına gelir, başka mana arayanın kendi fesatlığıdır! Yoksa başlıktan gayrı title ne işimiz var! :P Dimi ama?

Archive for the ‘tarih’ Category

Josef Mengele (Tarihe Işık Tutan Yazılar Arşiv No:0002)

16 Mart 1911’de Gunzburg Bavaria Almanya’da 3 çocuklu ailenin en büyüğü olarak dünyaya geldi. 1935’de Munih Üniversitesi’nde Antropoloji, 1938’de Frankfurt Üniversitesi’nde Tıp doktorasını verdi.

24 Mayıs 1943’te Auschwitz-Birkenau Çingene Kampında Tabib Subay olarak görev aldı. Mengele Auschwitz’i ırsiyet çalışmaları için insanlı deney yapabileceği bir fıssat olarak gördü ve değerlendirdi. Özellikle tek yumurta ikizleri ile ilgilendi. 0-6 yaş tek yumurta ikizlerini topladığı özel bir kışlası vardı. Mengele’nin denekleri daha ii bakılıyor ve besleniyordu. Çocukları şekerlemelerle ziyaret ediyor kendini “Mengele Amca” diye tanıtıyordu. Gaz odalarından kurtulan denekler ona “Koruyucu Mengele” demişlerdi.
Şimdi sayın okuyucu diyebilirsin ki “Yahu madem bu derece güzel insan, kendini bilime adamış bir tıp neferi nasıl olmuş da “En çok aranan savaş suçlusu” olmuş?”

Kendisine denekleri hakkında hesap soranın olmadığı ortamda gözlerinde “Güç Benim” bakışlarıyla sonsuz merakını sıradışı metodlarıyla, deneyleriyle doyurmaya çalışmış. Yeni doğan bir bebek hiç beslenmeden ne kadar yaşayabilir?, İnsan vücudu soğuğa ne kadar dayanabilir, gibisinden deneyler yapmış, anestezi kullanmadan kalp ve mide ameliyatları gerçekleştirmiştir. Gözlere kimyasallar enjekte ederek göz rengini değiştirme, normal bir şekilde doğmuş ikizlerden ameliyatla vücutları/damarları birleştirilmek suretiyle siyam ikizi ortaya çıkarma çabaları en bilinen manyaklıklarındandır. Bu deneyler genellikle kangrenle ve sonrasında ölümle sonuçlanıyordu. Deneyler esnasında biri ölen ikizlerden diğerini de uykuda kalplerine kloroform enjekte etmek suretiyle öldürüp karşılaştırmalı otopsi yapmıştır.

1944’te savaş suçlusu ilan edilen Mengele ODESSA ağı sayesinde Güney Amerika’ya kaçmış 34 yıl boyunca Müttefik Kuvvetlerin ve Mossadın kendi için başlattığı “kelle avı”‘ndan kaçabilmiş 7 Şubat 1979’da Brezilya’da ölmüştür.

Josef Mengele hakkında daha detaylı bilgi için link (içerik ingilizcedir)

Fransız İhtilali! (Tarihe Işık Tutan Yazılar Arşiv No:0001)

7 Temmuz 1789’da açlık ve sefaletten muzdarip halk ayaklanarak sarayın kapısına dizilmişler “açız” ana temalı sloganlarını atmaktaydılar. O sırada içeride keyfinde aleminde olan kraliçe ise “Halk ekmek bulamıyorsa pasta yesin” tadında takılıyordu. Meanwhile kapı önündeki kalabalıktan birisi “Kraliçenin ne yediğimizden haberi varmı?” serzenişinde bulunmuş akabinde Kraliçe’yi korumaya and içmiş d’Artagnan’ın (ki kendisinin filmin devamında Kraliçe’yle ilişkisi olduğunu da anlıyoruz, meğersem Leonardo Di Kabriyo’nun babasıymış) “Senin, Kraliçe’nin ne yediğinden haberin var mı?” cevabıyla kendine gelmiştir. Bu tarihi cevaptan sonra bi süre sessizlik olmuş ve kalabalık usulca dağılmıştır.

Olaylardan sonra halk taş toprak kemirerek bir hafta daha dayanabilmiş, bu kez yeni bir taktik deneyerek 14 Temmuz 1789 günü Bastille Hapishanesini basarak mahkumları serbest bıraktı. Sonrasında işte meclis felan topladılar bildiri mildiri okudular (İnsan ve Yurtdaş Hakları Bildirisi). Hemen önlem alan hükümet(!) youtube erişimini kapattırdı.

Olaylardan tırsan burjuvazi Majesteleri Fransa ve Navarre Kraliçesi Josephe Jeanne Marie Antoinette von Habsburg-Lorraine (Jozef Jan Mari Antuanet von Habsburg Loren) nin kardeşi 2. Leopold’a (Peter Leopold Joseph Anton Joachim Pius Gotthard) verdiler gazı, o da “ulan bir iki devlet daha destek versin ben bu çapulcu sürüsünün alayının g*tunu keseyim” dedi ve girdi yola. Sonra Mart 1792’de Viana’da zort diye ölünce II. Leopold, Cumhuriyeti ilan ettiler ardından da Giyotini icat ettiler Fransız devrimciler. Giyotinin icadından dolayı 1793 ile 1794 seneleri arasında 18000 ile 40000 kişinin sevinçten kafası gövdesinden ayrıldı ki en çok sevinen de Kral oldu.

Kiros’un ili, Anka’nın tüyü…

Çelebinin acarı Kafdağındaki Zümrüd-ü Anka’yı bile görmüş bir gezginin yolu kuzeyin rum ilinden yöre halkı “boynuz” der “Kiros” a düşer. Burda oyle bir yemiş vardır ki çelebinin çok hosuna gider, bu yemişten Sultan’a illa ki sunmak isteyen Çelebi düşünür taşınır da uzun yolları nasıl aşıp aynı guzellikte sunacağını bilemez. Bir yolunu bulana kadar Kiros’da kalmaya karar verir. Çelebinin hikayeleri Kiros’da meşhur olur, her akşam bir eve konuk olan çelebi hem hikayelerini anlatır hem de karnını doyurur.

Zemherinin karasından bir gece Çelebinin bir ziyaretinde yediği yemek dikkatini çeker. Sorar öğrenir ki bu yemek yazın yemişinden yapılmıştır. Kiros’un ahalisi bu meyveyi daha taze iken toplayıp tuzlayarak küplere koyar kışın ise yarım gune yakın suda bekletir tuzu cıktıktan sonra ise soganla kavurarak sıcak bir yemek yapar. Yazın tatlı sulu yemişi kışın da sofraların aşıdır.
(daha…)